Gelenek Görenekler

  • 1062

DOĞUM VE ÇOCUKLA İLGİLİ GELENEKLER

Doğum; insan hayatının üç önemli safhasından ilkidir. Doğum-evlenme-ölüm… Bu önemli üç safha etrafında birçok gelenek görenek, adet, töre ve tören oluşturulmuştur.

Evlenen çiftlerin evliliklerinin en geç 1-2 yılında çocukları olması beklentisi vardır. Bu süre içerisinde çocuk olmayınca, özellikle geleneksel kültürde halk hekimliği ilaçlarına dayalı çeşitli çarelere başvurulduğu, ziyartelere, köy ebelerine gidildiği görülür. Bu uygulamaların yanı sıra doktora başvurmalar da artmıştır. Hamile kadına yörede “İki canlı, hamile, yerikli” adları verilir. Hamilelik süresi içerisinde doğacak çocuğun kız mı, oğlan mı olacağını hamilenin yediği yiyecekler, baktığı, dokunduğu vb. ile ilgili olarak birçok uygulama ve inanışlar mevcuttur.

Hamile kadın elma yerse kızı, çok tatlı yerse oğlu olur. Rüyasında boynuna altın takılmışsa kızı, el bileğine altın takılmışsa oğlu olurmuş. Hamilelik döneminde baykuşa, yılana, çirkinlere bakamamaya dikkat edilir. Çünkü, bakıldığında çocuğun bunlara benzemesi inancı hakimdir. Bu dönemde güzel şeylere bakılmaya dikkat edilir. Kırdan toplanan çiğdem destesi bir metre kadar yüksekten atılır, eğer top yere düşerse oğlan, dağılırsa kız olacağı inancı mevcuttur. Kadının aşerme döneminde canının çektiği yiyecekleri   temin   etmek için ailesi büyük çaba sarfeder. Doğum yaklaştıkça, çocuk için hazırlıklar da yoğunlaşır. Evde beşik donatma, bebek için yorgan, yastık, yatak, giysiler ve bezler hazırlanır. Doğumu yaptıran kadına “ebe” denilir. Çocuğun göbeği kesildikten sonra ya bir cami duvarı dibine, ya da ayak değmeyecek bir yere dua okunarak gömülür.

Yeni doğan çocuk tuzlanır. Bu işlem çocuğun pişmemesi, terlememi ve çiğ kalmasını önler. Yeni doğan çocuk önceleri “öllük” denilen kırmızımsı bir toprak ile belenir. Bu pratik günümüzde ortadan kalkmıştır. Yeni doğum yapmış kadına yörede “loğusa”, ya da “Dığasken” adı verilir. Loğusa kadına ilk önce undan hazırlanan ve içerisinde pekmez katılarak yapılan kuymak yedirilir. Bu, özel gün yemeği sayılır.

Doğum yapan kadınla çocuğu, inanışa göre kırk gün dış zararlardan ve tehlikelerden korunur. Kırkgün boyunca yattıkları odanın ışığı söndürülmez. Yastıklarının baş tarafına Kur’an-ı Kerim konulur. İki kırklı kadın birbiriyle karşılaştıklarında iğne değiştirirler ki, kırkları birbirini basmasın. Evde değirmenden un, bulgur getirildiğinde çocukla kadın birkaç adım dışarı çıkarılır. Yine yakın bir evden cenaze çıkmışsa, kırkı çıkmamış loğusayla çocuğu cenaze oradan götürülürken dışarı çıkarılır. Bu âdetler kırk basmaması için yapılır.

Yine kırk basmaması için “kırklama” yapılır. Çocuğun yıkanacağı suya yirmi ve kırkıncı günde kırk kaşık şu, ya da kırk tane arpa sayılarak atılır. Çocuğun başı üzerinde bir kalburdan su dökülür. Böylece kırk çıkarılır. Kırk çıktıktan sonra çocuk ve anneye zarar verecek etkenler de ortadan kalkmış olur.

Lohusalık döneminde geleneksel kültür içerisinde anne ve çocuğa zararı dokunacağına inanılan “Alkarısı” adını verdikleri saçı başı dağınık, dişleri iri, parmakları çok uzun çirkin bir yaratığın olduğundan da söz edilir. Buna karşın geçmişte annenin ve çocuğun yatağının çevresine kıl ip bırakıldığı, yastığına iğne takıldığı görülmüştür.

Böylece alkırısı denilen mahlûkun zarar veremeyeceği inanışı yaygınken, günümüzdeki bu tür uygulamalar kalkmış olup, yatılan yerin başucuna Kur’an-ı Kerim konulmaktadır.

Yeni doğum yapmış lohusayı ve çocuğunu görmeye gitme âdeti vardır. Bu gidişle birlikte giyim eşyası vb. götürülür. Özellikle ilk doğumda kadının annesi tarafından beşik donatılır.

Çocuğun ilk dişi çıktığında buğday kaynatılarak hedik yapılır. Bazen hedik taneleri bir ipliğe dikilerek bebeğin boynuna takılır. Çağırılan akraba ve komşulara “Diş Hediği” ikram edilir. Çocukluk çağı içerisinde birçok geleneklere dayanan uygulamaların varlığı da dikkati çeker. Doğup yaşamayan çocuklara “Tıpkı” oldu derler ve tıpkı çeşmesi denilen suda yıkarlar. Hekimhan’ın Güzelyurt beldesindeki Tıpkı/Tıpka çeşmesine bu gaye ile gidilir. Konuyla ilgili olarak bir kişi yılanın veya yengecin ağzında bir böcek görürse çocuğu doğup yaşamayanın adını seslice söylediğinde yılan veya yengeç ağzındakini bıraktığında Tıpkı’nın geçeceğine inanılır. Çocuk yürümede geç kalmışsa, iki ayak bileğine ip bağlanır, hızla biri gelerek ayağındaki bu ipi keserek kaçar buna “Duşak Kesme” denilir. Geç konuşan, konuşma güçlüğü olan çocuklar için ziyaretlere gidildiği görülür.

Uyumayan, korkan çocuklara “okutulur”; çocuğa korkularının geçmesi için geleneksel bazı pratikler uygulanır. Nazar değmemesi için kulak memesinin ardına kara çalınır. Omuz başına ya da giysisinin iç tarafına nazarlık takılır. Bebeklik çağındaki sancılarına, kulak ağrılarına ve rahatsızlıklara yönelik uygulamalar günümüzde az da olsa devam etmektedir. Şehirleşmenin hızlandığı yörelerde doktora başvurmalar artmıştır.

SÜNNET VE KİRVELİK GELENEKLERİ

Malatya ve köylerinde dinî vecibeler gereği erkek çocuklarına yapılan sünnet ve geleneksel bir kurum olarak kirvelik önemli bir yer tutar.

Kirvelik: Yerleşik ve kurumlaşmış bu özelliğiyle, çocuğun sünneti ile birlikte ve hatta kirveliğin kurulmasıyla da daha önceden   doğarak  pekiştirilmiş  yakın  dostluklar, ilişkiler bütününü oluşturur. Yörede erkek çocuğu sünnette tutan kirve, çocuğun manevi babası sayılır. Bu kişiye kirve, kivre gibi isimler verilir. Kirveliklerin kurulmasında, seçim ve teklifin geleneksel bir yeri vardır. Kirve, çocuğun babasının sevdiği bir dostu, arkadaşı  olabilir.  Bu  teklif geleneğe  göre reddedilmez. Kirvelik “Peygamber Dostluğudur” derler. Onun için kirve olmaya karar verenler, kendilerini artık birbirileriyle akraba sayarlar. Çocuklar ise birbirleriyle kardeş sayılır. Bazı yöreler de ise çocuk, kirvenin   kızıyla evlenemez. Bu âdetin temelinde çocuğun kanının kirvenin kucağına düşmesi yatar.

Sünnet: Bebeklik çağı ile 11-12 yaşlarına kadar olan dönemde gerçekleştirilir. Düğüne davet ya okuyucu vasıtasıyla, ya da davetiye gönderilerek yapılır. Sünnet düğünleri çalgılı veya çalgısız yapılır. Mevlüd okutulur. Düğüne davet edilenlere yemek verilmesi âdeti yaygındır.

Sünnet olacak çocuğun giysisi kirve ta rafından alınır. Kirve çocuğa altın, saat vb. gibi armağanlar getirir. Çocuğun babası tarafından kirveye halı, elbise vb: gibi armağan verilir. Çocuk otomobille ya da atla gezdirilir. Sünneti, sünnetçi veya sağlık memuru yapar. Son yıllarda doktora yaptırılan sünnetlerde artış görülmektedir. Çocuk sünnet edilirken acıyı fazla duymasın diye ağzına lokum verilir. Bazen de çocuk, eline aldığı bir çiğ yumurtayı şaka olsun diye sünnetçinin kafasına atar. Sünnetten sonra çocuğu ziyarete gelirler, çeşitli armağanlar verirler. Sünnetle birlikte iki kirve ailesi arasındaki dostluk ilişkileri daha da pekiştirilmiş olur. Artık sünnet olan çocuk, geleneğe göre erkekliğe ilk adımı atmış sayılır.

EVLENME ÂDET VE GELENEKLERİ

Evlenme, hayatın üç önemli safhalarından biridir. Bu dönemlerde doğum, evlenme ve ölüm etrafında birçok gelenek, görenek, âdet, töre ve tören oluşturulmuştur. Malatya’da evlenmeler; görücü usûlünün yanı sıra karşılıklı anlaşmaya dayalı olarak gerçekleşmektedir. Bunların dışında “Kaçmak” yoluyla evlenmeler az da olsa olmaktadır.

Görücü usûlünde isteklerin aileye duyurulması ilk basamağı oluşturur. Gençler, evlenme isteklerini direkt olarak babaya açamazlar. İstekler, ya anne vasıtasıyla, ya da başka vasıtalarla duyurulur.

Evlenme yaşı, erkeklerde “18 yaş civarında başlar. Bu yaş genellikle ailenin ekonomik durumu, bazı erken evlendirmeyi gerektiren şartlarda ön plana çıkar. Ortalama evlenme yaşı ise askerlik sonrası başlar. Kızlarda ise önceleri 15-16 yaşlarında evlenme yaygınken, bu yaş sınırı 18-19 yaşa çıkmıştır.

Gençler, evlenme isteklerini duyururken gelenek gereği bazı davranışlarda bulunurlar. Eve geç gelme, bıyık bırakma,  huysuz davranışlar gösterme, hastalık bahanesiyle işe-güce gitmeme, pişirilen yemeği beğenmeme gibi davranışların yanı sıra ev eşyası almak, giyimine özen göstermek gibi hareketler sergiler. Genç kızlarda ise bu gibi davranışlara pek rastlanmaz. Davranışları aşikar değil, imalıdır. Hiç olmadık zamanlarda yakınmalar, serzenişler görülür. Evlenme geleneği içerisinde aile tarafından gencin evlendirilmesine kesin karar verilmişse, “Görücü Gezme” ya da bir diğer söylenişle “Kız Bakma” başlar. Evlendirilecek gencin ailesi çocukları için temiz süt emmiş, kendilerine lâyık bir kız bulmak için düğün, nişan komşu gezmeleri, akraba ve tanıdıklarının tavsiyeleri vb. vesilelerle kız beğenirler.

“Kız bakmaya” gitmeden önce tanıdıklar vasıtasıyla el altından kız tarafına haber gönderilir. Kız evine gidildikten sonra, genç kız el öper ve misafirlere kahve ikram eder. Bu ziyaret sırasında kız yakından incelenir. Kızın bir sakatlığı var mı, hamarat mı öğrenilmeye çalışılır. Kızın niyeti yoksa görücülere asık suratlı davranır. Ayakkabılarını dağınık bırakır ve yanlarında pek durmaz. Bu görücü gezmelerinde, kız beğenilmişse durum aile içerisinde tekrar görüşülür, danışılır. Kızı istemeye karar verilir. Kız evine haber gönderilir. Aile kızı vermeye niyetli ise, “Kız evi naz evi” deyiminden hareketle kendilerini naza çekerler. Hele bir danışalım-görüşelim hayırlı ise olur, derler, Neticede kız evine gidiş-gelişler birkaç sefer tekrarlanır. Gün kararlaştırılır. Daha sonra kızı istemeye giderler. Her iki tarafın yakın akrabaları bu istemede hazır bulunurlar. Kız istenirken, oğlan ve kız babasını temsilen birer kişiye vekâlet verilir. Oğlan tarafını temsil eden kişi kızı “Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle” üç kere ister. Üçüncü tekrarın sonunda, kız babası “Allah yazdıysa bize diyecek söz yok, biz de verdik” diyerek cevaplar. Orada bulunan hoca dua okuyarak “Allah hayırlı eylesin” der. Bu törenin Malatya köylerindeki adına kız isteme, söz kesme veya el öpme adı verilir. Kız istenildikten sonra, köylerde görülen bir âdet ise gencin kulağının çekilmesi ve bahşiş alınması geleneği vardır. Ayrıca, “Süt hakkı” adıyla kızın annesine hediye verme adeti vardır. Söz kesildikten sonra ağız tatlılığı için şerbet ezilerek dağıtılır. Ardından “başlık” görüşülür. Başlığın, yöredeki adı “Galin” dır. Bu gelenek bazı köylerde devam etmektedir. Birçok yerde ise kalkmıştır. Başlık istenen yörelerde babanın isteği orada bulunanların ricasıyla makul bir seviyeye indirilir. Başlık geleneğinin kalktığı yörelerde liste verme geleneği vardır. Bu listeye istenilen ev eşyaları, altın vb. yazılır. Başlık geleneğinin sürdürüldüğü köylerde kaçırma yoluyla yapılan evliliklerde normal durumda alınan başlığın iki katı miktarda “Kan” adı verilen başlık alma geleneği de görülebilmektedir.

Söz kesmenin ardından belirlenen bir günde nişan takılır. Bu törene bazı köylerde göreye gitme, şerbet içme gibi isimler verilir. Nişanda oğlan tarafı bir heybe hazırlar, bir gözüne şirincelik denilen çerez konulur, diğer gözüne ise kız ailesine gömlek ve kumaş gibi hediyeler konulur. Şirincelik, misafirlere dağıtılır. Kız anasına götürülen hediyeye ise, “Ana keteni” denir. Kız, nişanda oğlan tarafının aldığı elbiseleri giyer. Büyük teştlerde şerbet ezilerek dağıtılır. Yüzükler kadınlar tarafından takılır. Nişanlılara para ve altn gibi hediyeler verilir. Bundan sonra erkek tarafı nişanlı kızdan söz ederken “bizimgelin” der. Nişanlılık döneminde gençlerin birbirlerini serbestçe görmeleri hoş karşılanmaz. Bu yasaklama şehirleşmenin başladığı yörelerde zayıflamıştır.

Nişanlılık döneminde kız tarafına dini bayramlarda koç gönderilir. Ayrıca altın, saat, elbiselik gibi hediyeler de götürülür. Bu hediye götürme âdeti erkeğin nişanlısını ziyaretinde de geçerlidir. Nişanlılık dönemi “evli evinde gerektir” düşüncesinden hareketle fazla uzatılmaz.

Nişandan sonra gelen tören düğündür. Düğünler köylerde hasat sonuna rastlar. Şehirlerde ise bahar ve yaz aylarında yapılır. Düğün günü kararlaştırıldıktan sonra kız tarafından da nişanlı kızla beraber 3-4 kişi alınarak şehre düğün pazarlığına gidilir. Geline, eşya, elbise, altın vb. alınır. Bazı köylerde buna “yük” de denilmektedir. Düğünden önce oğlan tarafından aldığı yün ile kız tarafı yatak yapar. Düğün öncesi bir gelenek de “Yolların sağlanması” adı altında kızın amcasına, dayısına ve erkek kardeşine hediye alınarak onların gönüllerini almaktır. Bunlara emmi yolu-dayı yolu denilir. Bu gönül alma işi bir elma götürülerek de para götürülerek de olur.

Düğüne davet; köylerde “okuntu’ denilen çağırma şekliyle olur. Okuntu dağıtana bahşiş verilir. Bu adet yerini davetiyelere bırakmıştır. Düğünler önceleri çarşamba ve perşembe günleri yapıldığı gibi Cuma, cumartesi, pazar günleri de yapılmaktadır. Düğünün başladığını belli etmek için oğlan evinin damına Türk bayrağı asılır. Bayrağın asıldığı uzun sopanın ucuna bazı köylerde elma konur. Düğünlerde özellikle köylerde davul-zurna çalgısı bulunur. Düğün sırasında özellikle yörenin seyirlik oyunları oynanır. Şehirde ise davul-zurna yerine orkestra ağırlıktadır. Arapgir  ilçesinde klarnet, keman cümbüş vb. çalgılar kullanılmaktadır.

Köylerde; bayraktar, düğün vekili, aşçı, kahveci gibi hizmet grubu misafirlerle ilgilenir. Gelin getirmeye gitmeden önceki gün, kız tarafına “kınacılar” ve “ekmekçiler” gönderilir. Kınada, oyunlar oynanır ve gelin kıza kına yakılır. Kına yakımanda tepsi başlar üzerinde dolaşırken Malatya’nın kına havası olan “Yüksek eyvanlarda bülbüller öter” türküsü söylenir. Gelin kızın önce sağ eline kına yakılır, içerisine bir madeni para konularak dolakla (yazma) sarılır. Sonra diğer eline yakılır. Kınadan bir bölümü oğlan tarafına gönderilir. Kına sırasında “gelin övme” ya da “gelin ağlatma” törenleri yapılır. Bu törenler sırasında çeşitli türküler ve maniler söylenir. Kına gecesinin sabahı oğlan evinde toplanan gelin alayı dağlık yörelerde at ile diğer yörelerde traktör ve otomobil ile gelin almaya giderler. Gelincik adı verilen gelin arabası dikkatle süslenir. Kızın köyüne yaklaşıldığında gelin alayı durdurularak “sapancalık” denilen bahşiş alınır. Ayrıca kız evinin kapısı kapatılarak bahşiş alınır, sonra açılır.

Düğünden üç gün sonra kız tarafı oğlan tarafına tatlı gönderir. Bir hafta sonra gelinle kocası kız tarafını ziyaret ederler. Buna “Haftasına gitmek” adı verilir. Kız tarafı ise onbeş gün sonra karşı tarafı ziyaret eder. Önceleri çok yaygın olarak görülen evin büyüklerine karşı “gelinlik etme” âdeti bugün önemini kaybetmiştir. Gelinlik etmek; kaynana, kayınbaba ve diğer aile büyüklerinin yanında sofraya oturmamak, çok sessiz konuşma gibi davranışlardır.

ÖLÜMLE İLGİLİ ÂDETLER

İnsanoğlu doğar, yaşar ve ölür. Bu dönem içerisinde birçok inanç, âdet ve pratiklerin gelişmiş olduğunu görürüz.

Ölümle ilgili inanç ve uygulamalar ölüm öncesi, ölüm sırası ve ölüm sonrası olmak üzere üç bölümde incelenebilir.

Ölüm Öncesi:

Yöredeki halkın inanışlarına göre ölümün habercisi olarak adlandırılan hayvanlarla ilgili düşünceler bulunmaktadır. Bunlar; köpeğin gereksiz yere uzun uzun uluması, evin damına baykuşun kaçıp ötmesi. Bu gibi durumlar bir kara haberin geleceğine ve ölü olacağına yorumlanır. Ölüme yorumlanabilecek rüyalar da vardır: Önceden ölen bir yakınının kendisini de yanma çağırması, rüyasında evin orta direğinin yıkılması, evin bir yanının yıkılarak göçmesi, gibi rüyalar ölüme yorumlanır. Hastanın öleceği düşüncesi şu belirtilerle anlaşılır: Gözleri kayar ve soğur, burnu çöker, nefes alıp vermede hırıltı olur, daha önceden ölen bir kimsenin kendisini çağırdığını söyler, gurbette olan çocukları varsa onları sayıklar, su ister, yanındakilerden helallik alır, ağzına köpük yığılır.

Ölüm Sırası:

Bir kişinin öldüğü, vücudunun hareketsiz ve kaskatı kesilmesinden, göğüs kafesinin inip kalkmasından, bakışlarından ve vücudunun soğumasından anlaşılır. Ayrıca, şu pratiklere de başvurulur, Ağzına ayna tutulur, Aynada buharlaşma olursa yaşadığı, yoksa öldüğü anlaşılır. Ayrıca nabzına da bakılır. Ölüm haberi çabuk duyulur, derler. Yakın çevrelerine ya telefon edilerek, haberci gönderilerek ya da camiden duyuruda bulunulur. Öldüğü anlaşılır anlaşılmaz çenesi çekilir ve bağlanır. Gözleri açıksa kapatılır. Elleri yanlara getirilir, ayak başparmak uçları bir iplikle bağlanır. Gözü açık ölmüşse bir beklediği var düşüncesiyle ve gözü arkada kalmasın duygusuyla elle sıvazlanarak kapatılır. Temiz bir yatağa alınır, buna ‘rahat döşeği’ denilir. Ölen kişinin üzerindeki giysiler yırtılarak çıkarılır. Bu giysilere ölünün soykası da denildiği olur. Yatakta sağ yanı kıbleye gelecek biçimde bırakılan ölünün üzerine çarşaf serilir. Bazen karnının üzerine, şişmemesi için bir bıçak veya makas konulur. Yatağın etrafında halka biçiminde oturularak beklenir.

Yakınları tarafından kefen hazırlanır. Kara kazanda su ısıtılır. Ölü evinin pencereleri açılarak havalandırılır. Bu arada ölenin giysileri, yatak ve yorganı bir kadın tarafından yıkanır. Bu kadına birkaç kalıp sabun verilir. Akşam gün batımına yakın zamanda cenaze defnedilmez. İnanışa göre, gün batımından sonra yer mühürlüdür, kimseyi kabul etmez inancı hakimdir. Ertesi sabah defnedilir. Bu beklemenin bir amacı da uzaktaki yakınlarının gelmesi içindir. Erkek cenazesini erkekler, kadın cenazesini kadınlar yıkar. Abdesti aldırılır. Yıkama işi “Teneşir” denilen bir tahta kerevet üzerinde yapılır. Ölen kişi nişanlı veya yeni gelin ise yanma gelinliğinin konulduğu, saçının ardına kına yakıldığı da olur. Saçları örülür veya boynuna dolanır. Kefenlenen cenaze çam veya kavak ağacından yapılmış kapaklı tabuta veya “Salaca” denen dört kollu tabuta konur. Ölen kadın ise tabutun üzerine yazması atılır. Erkek ise giysisi çoğu zaman konulmaz, üzerine bir örtü atılır. 3-4 aylık çocuklar bir kişinin kolları arasında mezara götürülür. Yıkama işlemi bittikten sonra bazı yörelerde kazan ters çevrilir. Gece orada ışık yakılır.

Cenaze yıkandıktan sonra bekletilmeden mezara götürülme işlemi başlar. Kadının mezarı göğüs hizası yüksekliği kadar, erkek mezarı göbek hizası yüksekliği kadar derinlikte eşilir. Eşilen mezarda başkasına ait kemik çıkmışsa bunlar bir köşeye toplanır. Bazı yörelerde âdet gereği mezara madeni para atılır. (Böylece inanışa göre o yer alınmış sayılır) Cenaze namazı kılındıktan sonra mezara indirilir. Mezar, oradakiler tarafından hızlı bir şekilde toprak atılarak kapatılır. Kapatma işlemi bittikten sonra üzerine su dökülür. Bu inanış bazı yörelerde sorgusunun ve sualinin çabuk ve kolay verilmesi içindir. Mezarın yanında gün batınımdan sonra ateş yakmak geleneği yaygındır. Bunun amacı yabani hayvanlar tarafından cenazeye zarar gelmemesi içindir.

Mezar Sonrası Yapılan İşlemler: Mezar dönüşü cenaze evine gelinir ve Kur’an okutulur. Kadınlar tarafından ağıtlar yakılır. Yaygın bir gelenek olarak, ölen kimse kadın ise sağlığında komşularından ödünç bir şeyler almıştır ve hakkı geçmesin düşüncesinden hareketle kadınlara sabun, iplik gibi şeyler dağıtılır.

Daha önceleri mezar dönüşü cenaze çıkan ev tarafından bir yemek verme âdeti vardı. Bazı köylerde bu, bugün de devam etmektedir. Ölü evinde üç gün ile yedi gün arası yemek yapılmaz, komşular tarafından getirilir. Ölü sahipleri, ikinci günün sabahı mezarı ziyaret ederler. Ölü çıkan eve komşu, tanıdık, akraba gelerek başsağlığı diler. Cenaze çıkan evin erkekleri en az bir hafta sakal traşı olmazlar. Kadınlar ise alınlarını siyah veya beyaz bir yazma ile bağlarlar. Ölümün üçüncü ya da yedinci günü ölü evi yemek yaparak mevlüd okutur. Helva dağıtılır ve yemeğe köyün tamamı katılır. Üçüncü günü ile kırkıncı günü arası hatim indirilir. İnanışa göre elliikinci günde et kemikten ayrılır. Bu günün akşamı Kur’an okutulduğu görülür. Ölümden sonra gelen Ramazan ve Kurban Bayramı ölen kişinin “İlk Yas Bayramı”dır. Köylerde bayramlaşma ilk önce bu evlere ve hasta olanlara gidilerek yapılır. İlk yas bayramında mezara gidilerek şeker, leblebi gibi yiyecekler dağıtılır.

ÖLÜ-ÖLÜM-MEZARLIKLA İLGİLİ İNANIŞLAR

  • Mezarlık, parmakla işaret edilerek gösterilmez,   unutularak   gösterildiğinde parmak ısırılır.
  • Gece sakız çiğneyene “Ölü eti çiğniyorsun” diye müdahale edilir.
  • Mezardaki ölünün canına batar düşüncesiyle gece şiş ile çorap örülmez.
  • Mezar ziyaretinde ağlayıp kendini kaybedenlerin başı üzerine toprak serpilir.